Mehmet Tez


25 Mayıs'tan itibaren Milliyet'te!

25 Mayıs'tan itibaren Milliyet'te!

Türkiye’de müzik yazarlığının geldiği son noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Etkin olmadığını düşünüyorum. Ki bu önemli bir kriterdir. Türkiye’de bilgi ve yazma becerileri açısından çok değerli insanlar var. Ama Türkiye’deki müzikten çok kopuklar. Hatta kendimi de katayım ki birilerini hedef almadığım anlaşılsın. Şunu demek istiyorum; tüm dünyada müzik basınının etkin olduğu yerler aynı zamanda iyi müzik çıkan, sektörü besleyen yerlerdir. Sanatçılar ve eleştirmenler birbiriyle itiş kakış halindedir ama bu durum güzel şeyleri ve kaliteyi getirir. Türkiye’de yapılan pop müziği bugün gerçekten de kritikleyen kimse yok. Rock, hip hop, alternatif, metal, klasik ve caz… Bu alanlarda yazarlar var. Popta yok. Ülkenin çoğunluğu pop dinliyor. Demek ki eksik ve olmayan bir şey var. Bunda elbet bizim kabahatimiz vardır. Pop müzik magazin basınına bırakılmayacak kadar önemli bence…

İkinci önemli eksik şu: Müzik yazarlığı bir albüm dinleyip iyi olmuş, kötü olmuş demek değildir. O albümün ardındaki olayları, gerçekleri, yaşananları, bilinmeyen yönleri anlatmak ve okuyucuya bir bilgi vermek, bir profil çizmektir. Yani burada sen dinleyince gitar sesi duyarsın. Ama hikayesini bilirsen anlama düzeyin derinleşir. Farklı bakarsın. Ama tabii iyi ve kötü şeyler var her zaman. Bu yazarın tercihidir. Ama sağlam argümanlarla ikna etmelidir okuru.

Sanatçıların da bir noktada şöyle bir sorunları var. Çoğu müzisyen gerçekten çok cahil, sabit fikirli ve tek yönlü. Anlatacak hikayeleri yok, kendilerini ifade edemiyorlar, dünyada olan biteni yeteri kadar takip etmiyorlar ve açıkçası çoğu söyleyecek bir cümlesi dahi olmadan albüm yapıp, başarısız olunca bunalıma giriyor. Bu yanlış. Yazarların bunda bir kabahati yok. Eğer bir sanatçı izleyicisiyle buluşuyorsa eleştirmen ne dese ancak fikir zenginliğidir zaten. Yani beni tanıtmadılar, yazmadılar o yüzden başarısız oldum diye bir şey kabul etmiyorum… İyi bir şeyse o duyulur zaten illa ki…

Sabah Gazetesi’nin eklerinde size ait olan yazıların eski zamanlara göre çok daha fazla yer kapladığı fark ediliyor. Bu aktiflik nasıl meydana geldi?

Pazartesi günü itibarıyla Milliyet’te başlıyorum. O yüzden sanırım bu soru güme gitti…

Ciner Grubu’nun Ocak ayında yayınına son verdiği dergiler arasında Rolling Stone’da vardı. Müzik dergiciliğinde dünya çapında bir marka olan bu derginin ülkemizdeki eksikliği adına neler söyleyebilirsiniz?

Üzgünüm tabii ki. Keşke çıkmaya devam etseydi. Sonuçta iyi araştırılmış, üzerinde çalışılmış yazılar ve yorumlar okuyabilmeli müzikseverler. Sanatçıları, yazarları, sinemacıları tanımak hayatı tanımaktır. Yurtdışından gelen yazılar tamam. Ama asıl mühimi Türkiye’deki insanların ne yaptığına bakmak, onların hikayesini anlatmak. Bunu yaparken de poptur, arabesktir diye korkmamak. Bunu kimse yapmıyor. Herkes kendi gettosunda kendi kendine takılıyor. Diğerini snobe ediyor.

Müzik dergisi okuyucusu da inanın çok küçük bir kesim dışında inanılmaz tutucu ve sabit fikirli. Herkes sadece kendi sevdiği grup hakkında yazılıp çizilsin istiyor. Tarzlar konusunda da çok tutucu herkes. Dergicilik bu değil ki. O zaman her ay Tokio Hotel posteri vermek zorunda kalıyorsun ki buna mecbur bırakıyorlar seni. Kimse merak edip de “burada bir adamla ya da bir kadınla röportaj var, kim bu acaba, belki bir şey keşfederim” demiyor. Bunu buradaki festivallerde de görebilirsin. İnsanlar sevdikleri grubu izlemeye gidip, konser bitince dönüyor. Yahu yan sahnede biri var ona da baksana belki beğenirsin ufkun açılır… Hayır, öyle olmuyor. Yurt dışındaysa insanlar kimin çaldığına bakmıyor festivallerde. Keşfetmeye ve anlamaya çok daha açıklar. Daha sahne kadrosu belli olmadan pek çok festivalin biletlerinin tükenmesinin bir nedeni de bu.

Yurt içi ile yurt dışı okur kitlesinin birbirlerine çok yakın olmadığını biliyoruz. Rolling Stone ilk sayı hazırlık aşamalarında ülkemiz okuyucularına has ne gibi uyarlamalar yapmıştınız?

Bir dergi ilk sayılarda hep bocalar. Dört beş sayı sonra oturur. İlk sayılarda okura ileride nelerle karşılaşabileceklerini anlatmak için çok fazla farklı şeyi bir arada sunarsınız. Sonra içeriğiniz okurun tercihleriyle değişir. Okur bu çeşitlemeden bir bölümüne ilgi gösterir. Bu çok doğal. Tüm dergiler dünyada bu şekilde hareket eder. Biz de öncelikle yerli hikayelere önem verdik. Şarkılarını dinlediğimizi filmlerini izlediğimiz, televizyonda gördüğümüz insanlara yakından baktık, onların hayatına girdik. Bize müsaade ettiler elbet ve bu şekilde oldu. Çok yardımı dokunmuştur sanatçı dostlarımızın. Biz derginin kültürünü yansıtmak istedik ama çeviri dergi olmasın istedik. Yerli konular, yerli listeler bunun için önemliydi. Bizim kendi müzik tarihimize baktık dünyayla beraber. Bunun gibi şeyler şu anda aklıma gelenler.

Müziği geniş perspektifte dinlemenize rağmen yeri geldiğinde genelde aynı şeyleri dinlediğiniz hissiyatına kapıldığınızı tahmin ediyorum. Bu noktayı nasıl aşıyorsunuz (müzik dinlemeye ara vermek, başka konulara merak sarmak, yeni albüm dinlemek vs.)?

Bu zaman zaman başıma geliyor. Kendimi mankafa gibi sürekli müzik dinleyen biri olarak görmek istemiyorum. Müziğe dışarıdan bakabildiğiniz zaman çok daha fazla şey görüyorsunuz. İşim gereği çok benzer ve tercih etmediğim şeyleri de dinlemek zorundayım. O biraz yorucu oluyor. Çünkü artık sadece plak şirketlerinin yayınladığı albümler yok. İnternet üzerinde binlerce, on binlerce keşfedilmeyi bekleyen müzik var. Ve iyilerine ulaşabilmek için bir sürü berbat şey de dinlemek zorundasınız. İşte aslında bence bugün müzik yazarı insanlara bu noktada yol gösteren insandır. Ve inanın iyi bir şeyle karşılaştığınızda bunu anlıyorsunuz. Konu onu bulmak ve tanıtmak.

Ben hep aynı şeyi dinlediğimi düşündüğüm zaman pikabın başına geçerim. Kulaklığı takarım ve tamamen doğal, derinliği olan, her enstrümanı tek tek duyabildiğim orijinal plaklarımı dinlerim. Eski şeyleri. Çoğu zaman da klasikleri. Bu Coltrane olur, Fleetwood Mac olur, George Benson olur, Debussy olur, America olur, The Cure olur… Yıllar önce birilerinin acayip şeyler yapmış olduğunu hatırlarım ve saygı duyarım. Bu bir süre iyi geliyor…

Profesyonel bir müzik yazarı olarak basına aktardığınız materyalleri nasıl ve neye göre seçiyorsunuz? Size ulaştırılan malzemeleri incelemek konusunda mecbur kaldığınız zamanlar oluyor mu?

Aslında gündeme göre ve ilgimi çekip çekmemesine göre seçiyorum. Milliyet’te de aynı şekilde olacak. Zaman konusunu galiba yukarıda anlatmış oldum.

2009’un başında aktif olan, ancak geçenlerde Ekşi Sözlük sayesinde keşfettiğim “Hafif Müzik” isimli blog sayfalarınız gayet güzel görünüyor ve siz de blog sayfalarının eksikliğinden yakınan yazarlardan bir tanesisiniz. Peki bu eksikliğin faturasını sizce neye ya da nelere kesmek gerek?

Fatura kesmeyelim de şöyle diyelim; insanlar internet medyası kavramına daha yeni ısınıyorlar. Ne olduğu hakkında bir fikirleri yoktu. Şimdi şartlar interneti değerli kılıyor. İstediğin içeriğe, habere ve müziğe kolayca ulaşabilmek, gerçek zamanlı yayıncılık ve sosyalleşme çok önemli. Bugün artık gazete okumanın neredeyse bir anlamı kalmadı. Hayatı internetten takip etmeye alışan biri için orada sadece bayat haber var… Sanırım klasik medya ve mensupları olan benim gibiler de yeni bir bakış açısı geliştirmek zorunda…

Elinizde sihirli bir değnek olsa dünya müzik piyasasında hemen değiştirmeyi düşüneceğiniz üç şey ne olurdu?

Dünya çok iddialı. Ben Türkiye’yi çözeyim önce: Kötü şarkı sözleri, ‘esnaf’ video klip yönetmenleri (üstü açık arabayla kızlar bitsin artık), fotoşoplanmış promo fotolarla donatılmış albüm kapakları ve buradaki yazım yanlışları…

Geriye dönüp Radikal, İstanbul Life ve Aktüel dönemlerinize baktığınız zaman ne görüyorsunuz?

Çok eğlendim. Eğlenmezsen yapılmaz bu iş zaten.

Bir dönem gitar hocalığı yaptığınızı yeni öğrendim. Buna devam etmeniz söz konusu olabilir mi yoksa çok eskilerde kalan bir şey midir?

Yok yok. Çok eskidendi. Ders vermek bana göre bir şey değil. Ben evde basımı çalıyorum, o yeter bana…

Son zamanlarda yeni keşfettiğiniz ve daha dinlerken “keşke önceden bulup dinleseydim yahu!” dediğiniz sanatçı veya topluluklar kimlerdir?

Son zamanlarda favori gruplarım Band Of Horses, Wolfmother, TV On The Radio, Ratatat ve MGMT. Proudpilot’ın albümünü beğendim (sahnesinden daha iyi). Şu ara St. Vincent dinliyorum. Bir de tabii çok şey var iyi bulduğum ama kişisel zevkim çok geniş bir yelpazede. Groove Armada, Daft Punk, Mr. Oizo, Daryl Hall & John Oates, Howard Jones, DJ Shadow, Iron Maiden, Faith No More, Röyksopp ve Massive Attack’i aynı anda severim, ardı ardına dinlerim. Hiç gocunmam.

Kings Of Leon’u geç keşfettiğim için (ikinci albümde) şaşkınım valla. Bir de Notwist’i geç keşfettiğim için pişmanlık duymuştum. “Neon Golden” dan önceki albümlerini hiç bilmiyordum…

Müzik alışverişlerinizi nasıl yapıyorsunuz?

Amazon. Ya da en sevdiğim şey yurtdışında küçük müzik mağazalarına girip dağıtmak. Burada plak aldığım da çok oluyor. Vintage, Zero, DeForm ve Galatasaray’daki sahaflar var.

Müzik piyasasından silinmesini düşünebileceğiniz birkaç sanatçı ya da topluluğu sıralayabilir misiniz ve neden onlar?

Hmm. O kadar gaddar değilim…

İlerleyen dönemlerde DJ performanslarınız olacak mı?

DJ’lik yaptım bir iki kere. Ama hoşuma gitmedi. Çok kıyak bir ortam denk gelirse olabilir…

Beğendiğiniz blog sayfalarına yer verdiğinizi bildiğim için merakla soracağım; Blogger Schizo! sayfalarını nasıl buluyorsunuz?

Bilgilendirici buluyorum. Benim fazla derin olmadığım bir alan. Ne var ne yok diye görmek için bakıyorum…

Sorularımı içtenlikle yanıtladığınız için teşekkür ederim. Söylenenler haricinde eklemek isteyeceğiniz bir şeyler varsa söz yine sizin. Hayatınızda başarılar dilerim!

Teşekkürler. İyi şanslar…

2 responses to “Mehmet Tez

  1. milliyet gazetenizdeki bugünkü yazınızı okudum ve bence siz bu kıvrak zekaya karşı olan nadir belkide tek kişisiniz çünkü burda ırkçılıkla ilgili hiç bir konu yokken siz kendiniz konuyu bulandırmışsınız.
    burda michael jackson’ın ırkına değil yapmış olduğu estetiklere yapılmış bir espri var. e tabi bunu anlamak kıvrak zeka ister 😉

    ha bu arada fenerli misiniz?

  2. Geri bildirim: Mehmet

Yorum bırakın